22.11.2021/PAZARTESİ/13:47
İnsanlar alma-verme dengesini koruma konusunda bir hayli zorlanırlar. Bazen istenmeden de verilir. Her şey verilir. Akıl verilir, nasihat verilir, öğüt verilir, yol gösterilir, bir şeyin neden olmayacağı anlatılır, anlatılır. Bunlar genellikle istenmeden verilen şeylerdir ve herkeste bol miktarda vardır. İstemediğini bir şekilde ifade ettiğinde rahatsız olurlar ve tepki verirler. ”Sana da iyilik yaramıyor, ne halin varsa gör, dost acı söyler (ve en önemli sözleri) bunlar hayatın gerçekleri.” Bir şeyin neden olamayacağına dair bütün söylenenler ”hayatın gerçeği” ama insanın sahip olduğu hayaller, hayalleri hedefe dönüştürüp gerçekleştirmek için çabalamak ve hatta bunu pozitif bir zihin yapısıyla yapmak hayalperestlik ve Polyannacılık. Ama hayallerinden ”hayatın gerçeklerini” düşünüp vazgeçmek akıllılık ve gerçekçilik demek.
Bu insanlar, onları dinlemeyip yolunuza devam ettiğinizde, bu sefer sizi hassas noktalarınızdan vurmaya çalışırlar. Ya şahsınıza saldırırlar yani yıkıcı şekilde eleştirirler, kendi ayaklarınızın üzerinde durmanızla, sorunlarınızı tek başınıza da çözmeye çalışmanızla dalga geçerler. Kendi aklınıza, hissiyatınıza, öngörülerinize, deneyimlerinize güvenip adım atmanızı anlayamazlar. Ya da var güçleriyle engellemeye çalışırlar. Çünkü onlar konfor alanından çıkamayan, risk almak istemeyen hatta korkan, kendi yeteneklerinin ve kaynaklarının farkında olmayan ya da güvenmeyen kimselerdir. Onlar kendi hayatlarının sorumluluğunu tamamen üstlerine almayan kişilerdir. Çünkü suçlayacakları kimse kalmaz. Ama kendi hayat sorumluluğunu tamamen üstlerine alanlar kimseyi suçlamazlar. Onlar kendilerini de suçlamazlar. Yaşadıklarını sadece bir deneyim olarak kabul edip, yaşadıklarını ”olgusal açıdan değerlendirip” ders alırlar. Yani yaşananları iç yüzü ile, kökleri ile ele almaya çalışırlar. Hissettikleri duyguların, korkmadan tepki vermeden derinlerine inerler ve ”gerçek dersi” alırlar. Yaşananları yüzeysel şekilde düşünüp, basit sebep-sonuç çerçevesinde düşünüp sonuç çıkarmak ”ders almak” değildir. Olaylara olgusal açıdan yaklaşıp, madalyonun arka yüzünü görmek demektir, ders almak.
Bu insanların saldırma noktalarından bir de, sizin geçmişteki hatalarınızı sürekli yüzünüze vurmalarıdır. Bu tıpkı düştüğü yerden kalkıp, üstünü temizleyip, yoluna devam etmek isteyen bir insana tekme atıp, düştüğü çukura tekrar düşürmek gibidir. Kişi düşer veya düşmez ama netice de karşıdaki kısmen de olsa amacına ulaşır. Çünkü onun morali bozulmuştur. Geçmişteki hataları yüzünden sürekli akıl almak, danışmak, istişare etmek zorundadır. Bir sorunu olduğunda, kendi aklına güvenip cesurca adımlar atmak yerine, sorunlarını önce kendisi çözmeye çalışmak yerine hemen danışmalı yardım istemelidir. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmak, sorunlarını ve hayatını sahiplenmek çok yanlış bir şeydir. Sürekli danışmalısın… Bu tür insanlar müthiş bir yalnızlık duygusu içindedirler. Kendilerinde hissettikleri yetersizlik duygularını ve eğer varsa haset duygularını bu şekilde saklarlar.
Halbuki bu akıl ve eleştiri bombardımanına uğrayan insan, aslında onlardan daha paylaşımcı, onlardan daha çok istişareyi bilen, istişarenin paylaşmanın gerçekte ne olduğunu bilen, yardım almayı, yardım kabul etmeyi onlardan daha iyi bilen insandır. O sadece kendi gücünü, aklını, potansiyelini, kaynaklarını kullanarak hayatını inşa etmek, sorunlarını çözmek istemektedir. Çözemediğinde, gücü yetmediğinde, kaynağı yetmediğinde, işte o zaman sevdiklerinden ya da fikrini beğenip güvendiklerinden yardım almak, danışmak istemektedir. Ve bu kişiyi olgunluğa, kendi hayatının bilgeliğine götürür. Omuzlara yük olarak yardım gören değil, omuzlarda bir prenses bir kraliçe, omuz omuza değen bir yoldaş gibi yardım gören insan olur.
İnsanların birbirlerine zarar verme yöntemlerinden biri de budur. İnsan birey olarak geliştiğinde, kendi kaynaklarını ve potansiyelini kullanmayı öğrenirken, almayı, vermeyi, istemeyi ve reddetmeyi de öğrenir. İşte bu yüzden birey olmak çok önemlidir.
”Ben” demeden ”Biz” diyemeyiz.
”Birey” olmadan ”Ait” olamayız.