16.05.2024/PERŞEMBE/16:35
-Yaşamak derken?!… Deniz yarım saattir kendisini uyarmaya çalışan arkadaşını dinliyordu. -Yaşamak derken neyi kastediyorsun sen Allah aşkına!.. Sevmek suç mu? Ben ne yapıyorum ki, sevdiğim için mücadele ediyorum! dedi kalabalık kafede, sesini kısmaya ve öfkesine engel olmaya çalışarak… Hem yaşadıkları, hem söyledikleri boğazını acıtıyor, sesini kısmaya çalıştığı için de adeta boğazına takılıyordu.
-Dostum sen mücadele etmiyorsun, sen onun sevgisini dileniyorsun aylardır dedi Olcay, sakin kalmaya çalışıp sonunda son sözü söyledi.
Deniz kulaklarıma inanamıyorum der gibi kafasını yana salladı arkadaşına bakarak ve masadaki güneş gözlüğünü, telefonunu, çantasını alıp, hızlı ve sert adımlarla kafeden çıktı. Beyni uğulduyordu. Bir tarafı arkadaşına hak verirken, diğer tarafı her zaman ki gibi baskın geldi ve diğer tarafını susturdu. Olcay, arkadaşına biraz sert konuştuğunu biliyordu ama aylardır onu uyarmaktan, arkasını toplamaktan yorulmuştu. Deniz için çok üzülüyordu, onu çok seviyordu, çocukluk arkadaşıydı ve onu çok iyi anlıyordu. Deniz’in çocukluğu kötü geçmişti, ebeveynlerinden yeterli sevgiyi alamamıştı, buna rağmen çevresinde onu seven arkadaşları oldu. Okulda.. İşte… Ama bunlar Deniz’e yetmiyordu. İçindeki boşluk dolmuyordu. Bir karadelik gibiydi içindeki boşluk, bütün sevgileri yutuyor ama doymuyordu, dolmuyordu. Kendini beslemeyi öğrenememişti. bir türlü. Kendine yabancılaşmıştı iyice, çoğu zaman kendinin farkında bile değildi. Olcay hesabı ödeyip çıktı, salına salına evinin yolunu tuttu. Olcay, Deniz’in tam tersiydi. Sevgiye doymuştu. Hem de fazlasıyla. Çareyi ailesinden uzaklaşarak bulmuştu. O da yalnızdı çünkü ihtiyaç duymuyordu. Fazla yemekten tıkanmış gibi fazla ilgi ve sevgiden tıkanmıştı. Deniz onu dengeliyordu çünkü cömert sevgisinden Olcay ihtiyaç duyduğunda ve yeteri kadar alıyordu ama kendisi Deniz’i dengeye getirmeyi beceremediğini düşünüyordu. Olcay’ın özgür ruhu Deniz’in ayakta durmasını sağlıyor ancak Deniz bunu kendisi için öz saygıya ve öz değer duygusuna dönüştüremiyordu. Ruhunun sesini duyamıyor, bazen duyabilse de dinleyemiyordu.
15 gün sonra;
***Olcay son kez Deniz’in kapısını çaldı. Tartıştıkları o günden sonra Deniz’i üç gün aramayarak, kendi haline bırakmak istemişti sakinleşmesi için ama üç günden sonra her gün aramış, mesaj atmış ama cevap alamamıştı. Bir kaç kez yine kapısına gelmiş ama yine bir haber alamamıştı. Müstakil bir evde, tenha bir çevrede yaşıyordu bu yüzden insanlarla karşılaşıp sormak mümkün olmamıştı. O günde zili çalıp açan olmayınca tam bahçeden çıkıyordu ki, yüz metre ilerideki evin bahçesindeki bir kadının ve bir erkeğin bir şeyler söyleyerek ona doğru geldiğini fark etti. Olcay da onlara yaklaşarak, Deniz’in nerede olduğunu onlardan öğrenmeye çalıştı. Duydukları karşısında şok geçirmişti. Olduğu yerde sendeledi ve yanındakilerin yardımıyla yavaşça yere oturdu.
Deniz, günlerdir hastanede yatıyordu. Olcay ile tartıştıkları gün oradan ayrılınca, o hırs ve öfkeyle, sevgilisinin evine gitmiş ama onu görememişti. Evine gelmiş mesaj ve aramalarla sevgilisini rahat bırakmamıştı. Mesajlarında adeta onun kurbanı haline gelmiş, gittikçe kendini değersizleştirmiş, azaltmıştı. Ertesi gün nihayet sevgilisi onu aramış, öfkeyle değil ama sakin sözcüklerle onu aşağılayarak konuşmuş adeta Deniz’in yüreğine hançerler saplamıştı. Deniz akşama kadar bu sözleri hazmetmeye çalışmış, bir yandan da sevgilisinden gelen, güya üzülmüş gibi ”ah üzüldün mü, şuan ağlıyor musun, lütfen ağlarken resmini çekip bana gönderir misin?” diye mesajlar atıyormuş ve sonra ”sana bu gece unutamayacağın bir sürprizim var” diyerek son umut kırpıntısına da darbe vurmaya hazırlanmış. Ve o gece tam 12 de sevgilisi düğün fotoğraflarını Deniz’e göndermiş. Altına da not düşmüş: ”İşte sana bahsettiğim sürpriz.. Ben bugün evlendim. Senden aldığım her şeyle bugün bu düğünü yaptım. Bir süre bana uğrama çünkü balayına gideceğim. Ama ne zaman sevgiye, ilgiye ihtiyaç duyarsan, kapıma gelip, önümde diz çöküp benden sevgi dilenebilirsin. Kızsam da, aşağılasam da sakın aldırma…”
Deniz, o geceden sonra kahrından uyuyamamış. İki gün sonra intihara kalkışmış, son anda kapı çalınca durmuş ama o sırada komşu kapıyı kırıp elinde ölümcül ilaçları görünce, bir hışımla elinden ilaçları almış ve hiç itirazlarına aldırmadan hastaneye götürmüş. Gerekli tedaviler yapıldıktan sonra hastanenin psikoloji servisine kaldırılmış.
Olcay ile Deniz’in karşılaşmaları çok duygu yüklü olmuş. Deniz Olcay dan özür dilemiş. Olcay da Deniz den… Deniz şaşırmış, -sen neden özür diliyorsun? -o gün biraz ağır konuştum. -hayır.. aylardır hatta yıllardır bana dayandın bunu lafı mı olur, hatta haklıydın o gün ve her zaman…
Deniz, Olcay’a olanları anlatmış ve ertesi günde hastaneden taburcu edilmişti. Sabah uzman doktor Deniz’e bir kartvizit uzatarak, ona terapiyi önermiş ve alanında uzman terapist uzman arkadaşına yönlendirmişti. Bu defa Deniz, hiç ikiletmeden, arkadaşına bile fırsat vermeden kartviziti alıp gideceğine söz vermişti. Uzman doktor ve Olcay buna çok sevinmiş birbirlerine göz kırpmışlardı.
1 yıl sonra;
*** Deniz terapiyi başarıyla sonlandırarak ”gerçekten yaşamayı” öğrenmişti. Şimdi en çok sevdiği kişi kendisiydi. Kendisini sevmeyi öğrenerek, karadeliklerinden dönüşerek kendisine yıldız olarak dönen deneyimlerini kucaklamış, bunu başarabildikçe, almayı ve vermeyi öğrenmişti. Hatta Olcay bile terapiye katıldı. O da fazlalıklarını atmayı ve her zaman başta sevgi olmak üzere pek çok şeye ihtiyaç duyacağını kabul etti. Fazlalıklarını paylaşmayı ve boşalan yerleri doldurmayı öğrendi.
Sevgiyi, akılla ve yürekle yaşayıp taçlandırmayı öğrendiler. Sevgide, aşırılıkların, kurban olmanın yeri yoktu ve acı çekmek, acıya razı olmak, acı çektirmek sevgi değildi. Akıllarında ve yüreklerinde taçlanan sevgileri, kendilerine böylece vakar kazandırdı.